Ad Soyad: Andrew 'Andy' Osnard
Rp Yaşı: 27
Örnek Rp:
Güneşin battığı büyük ormanda, ağaçların yüksekliği güneşi engelleyecek
bir paravan gibi göğe doğru uzanıyordu. Güneşin kurumuş ışık damarları
yere vurmak için can atarken, ağaçlar ve bitkiler tüm benliklerini
güneşi durdurmak için harcıyordu adeta. Hava yavaşça kararırken, orman
içinde ki canlıların yavaşça yaşam alanlarına çekilmeleri gözden
kaçmıyor. Etrafın güzelliği yavaşça ortadan kayboluyor ve yerini
karanlığın hakim olduğu sessizliğe bırakıyordu. Ay yavaşça yükselirken
kahkaha nidaları ile güneşe meydan okuyordu. Dolunay olduğu nadir
gecelerin birinde güneş kadar parlıyordu ve etrafı neredeyse güneş kadar
aydınlatıyordu. Ormana vuran dolunayı bile etkisi altında bırakabilecek
gözlerle bakıyordu, üzerinde mavi-beyaz bir cüppe olan Andy. Gözleri
bir askerin elinde yanlışlıkla alev almış barut gibi parlıyor ve yüzünün
belirginliğini ortaya çıkartıyordu. Sonbaharın ağaçlara verdiği
turuncumsu hava, Andy'i bir nebze daha belirgin hale getiriyordu
karanlığın içinde.
Elinde ki süpürgeyi yavaşça bir ağacın
gecenin nemiyle ıslanmış gövdesine yasladıktan sonra gökyüzüne doğru
bakmaya başladı Andy. Sanki birşeyin gelmesini bekler bir edayla
duruyordu ağaçlar yüzünde karanlığın hakim olduğu ormanda. Yavaşça esen
rüzgar gözlerinin içine doluyor, gözlerinin yavaşça dolmasını sağlıyordu Andy'nin. Derin bir iç çektikten sonra, gökyüzüne bakışını durdurmuştu.
Gözlerini kırptığında ise uzun zamandır kırpmadığı gözlerden bir kaç
damla yaş yavaşça inmişti yanaklarına Andy'nin. Gökyüzüne tekrar
baktığında, bir ışıltı gördü ve yavaşça asasını çıkartıp ışıltının
geldiği yöne doğru tuttu. "Lumos" diye
fısıldadı yavaşça ve birkaç saniye içinde "Nox" dedi.
Asasının ucundan çıkan ışık huzmesi bir anlığına kendini göstermişti ve
yeniden kaybolmuştu. Asasından çıkan ışığın sonunda yukarıda parlayan
ışıkta bir anda kaybolmuştu ve aşağıya doğru inen 3 farklı siluet
belirmişti bir anda. Çıkarttıkları eşsiz sesle 3 süpürge dolunayın
içinden gelircesine aşağıya doğru iniyorlardı.
3 süpürgede
yere indiklerinde hızlı bir şekilde yere inmişlerdi ve arkasından yerden
gelen 6 farklı yere ayak vurma sesi ormanın sessizliğini bozmaya
çalışmıştı. "Gene ilk sen gelmişsin Andy" dedi
Cady. Yere ilk inen Cady olmuştu, simsiyah saçları ve mavi gözleriyle
bir ölüm meleğini andırıyordu ama bu Cady'ye farklı bir hava veriyordu. "Evet Cady, erken gelip biraz etrafa bakmak istedim." dedi.
Andy dakikalardır konuşmamanın verdiği çatlak sesle ve masum bir
ifadeyle. Ardından süpürgesini Andy'nin süpürgesinin yanına koymakta
olan Marcus "Andrew, bir gün bu huyun yüzünden başına
birşey gelecek" dedi ve arkasından kısa bir gülüş nidası
patlatıverdi. Ceviz rengi saçları ve kahverengi gözleri ona gülerken
farklı bir hava katıyordu. "Öyle deme Marcus, senin
söylediklerin sürekli başımıza geliyor zaten. Gelirkende karşımıza bir
karga sürüsünün çıkmasının ne kadar komik olacağını söylemiştin ve şu
halimize bak üstümüz başımış karga pisliği oldu" dedi Daisy ve
yaklaşık beş saniye bekledikten sonra herkes gülmeye başladı. Daisy
gülerken yosun yeşilinin uğradığı gözleride gülüyordu adeta, kızıl
saçlarıda gözleriyle tam bir uyum içindeydi. "Herşey
hazır mı" diye sordu Marcus, bu sözlerinin arkasından ortam
biraz ciddileşmişti. "Evet" dedi Andy biraz
hüzünlü bir şekilde. Daisy "Sizce doğru kararı mı
verdik?" diye sordu kendinden emin olmayan bir şekilde. "Daisy,
yapabileceğimiz başka bir şey var mı?" diye soruya soruyla karşılık
verdi Andrew.
Herkes bir anda susmuştu ve kısa bir sessizlik
anı oluşmuştu. Andy "Bakın, eğer gidersek bir daha
geri dönemeyeceğimizi biliyorsunuz. Okuluda bırakmak zorunda kalcağız,
her ne kadar karanlığa karşı savaşmak için kaçsakta adlarımız kaçak
olarak geçecek. Bu yüzden eğer şimdiden içinizde kuşku varsa bu işten
vazgeçin. Ama benim kararım kesinlikle gitmekten yana..." dedi. "Bu yola beraber girdik, beraber gideceğiz" dedi
Cady. Marcus'ta buna başını kararlı bir şekilde sallayarak karşılık
verdi. Daisy ise çekingen bir tavırla tamam dercesine başını sallamıştı. "Bu kadar laflamak yeter, hadi işe koyulalım" dedi
Marcus. Süpürgesini bıraktığı yerden aldığı gibi üstüne atladı ve
havalandı Marcus. Diğerleride onu takip etti ve herkes havalandıktan
sonra dördü de dolunayın vurduğu gecenin karanlığında uçmaya başladılar.
Andy hızını biraz arttırarak grubun önüne geçti ve etrafı
dikkatlice izleyemeye başladı. Bu sırada arkada Marcus ve Daisy
laflıyorlardı. Cady yavaşça Andy'in yanına gelerek "Andy,
bu yaptığımız çok tehlikeli farkında mısın bilmiyorum ama seni
kaybetmek istemiyorum" dedi. Andy "Merak
etme, Cody kimseye bir şey olmasına izin vermeyeceğim" dedi
kendinden emin bir ifade ile. Dakikalar yavaşça birbirini takip
ediyordu, süpürgenin üzerinde bitmek bilmeyen seyahat ise devam
ediyordu. "Birazdan gideceğimiz yere varmış oluruz"
dedi yavaşça. Bu sırada etrafta bir basıklık vardı sanki. Andy nefes
almakta zorlanıyormuş gibi oluyordu, daha fazla hava alabilmek için
hızını biraz arttırmıştı. Hızını arttırması gruptan biraz olsun kopup
öne doğru uzaklaşmıştı. Bir anda Marcus'un söyledikleri aklına geldi "Bir gün bu huyun yüzünden başına bir şey gelecek" Andy yavaşça başını arkasına çevirdi ve gruba doğru baktı. Üçü de kendi
aralarında konuşuyorlardı, tekrar başını önüne doğru çevirmeye başladı Andrew. Tam çevirdiğinde, kendisine doğru gelen yeşil bir parıltı gördü.
Süpürgesini sıkıca kavradığı gibi kendini sağa doğru bırakıp süpürgede
ters döndü. Yeşil ışık Andrew'i son anda sıyırmıştı ama bu seferde arkada
ki gruba doğru ilerliyordu. Marcus'un göz bebekleri bir anda büyüdü ve
hızla asasını çekip "Protego!" diye haykırdı.
Yeşil ışık huzmesi Marcus'un asasından çıkan şeffaf örtüyle buluştuğu
gibi farklı bir yöne doğru uçmaya başladı. Bu sırada Andrew süpürgesi
üzerinde düzelmeye çalışırken süpürgesi bir anda kendinden geçmiş gibi
hareket etmeye başladı.
Ne olduğunu anlayamıyordu ve
arkasından gelen çığlıklarla kendisinden bir nebze daha fazla geçiyordu.
Süpürgesi ters bir hareketle Andrew'i üstünden atmıştı ama Andrew son
anda sol eliyle tutunmuştu süpürgeye. Başını çevirip arkada kalan
arkadaşlarına bakmaya çalıştı. Andrew'e doğru onu kurtarmak için gelen 3
süpürge sanki kurtarıcı meleklerdi Andrew için. Ama süpürge yeniden ters
bir hareket yaptığında, Andrew'in eli yavaşça süpürgesinden kaydı.
Muggle'lar onları görmesin diye metrelerce yüksekte uçuyorlardı. Andrew
yavaşça düşüyordu, aklında ki düşünceler bir anda sıfırlanmıştı. Sadece
hayatta kalmayı düşünüyordu, ama belli ki birazdan ölecekti. Sırt üstü
yere düşerken kendisine doğru gelen süpürgeyi gördü. Andrew elini
yukarıya doğru uzattı ve yüzünde ki yalvarırcasına yardım isteyen
ifadeyi dışarıya vurmaktan çekinmedi. Cady, süpürgeyle beraber Andrew'e
son hızla ilerliyordu. Daha yukarıdan, büyü sesleri ve ışıltıları
geliyordu. Marcus ve Diasy, süpürge üzerinde olan ve tamamen siyah cüppe
giyen üç kişiyle duello yapıyorlardı. Cady, Andrew'in eline yaklaştıkça
yaklaştı ve en sonunda tutmayı başardı. Tuttuğu gibi bir anda havalandı. Andrew, yere düşmediği için şükrediyordu ama neler olduğunu idrak
edemediği için kafası çok karışmıştı. Bu sırada Cady'nin elinden tutmaya
devam ediyordu. Başını yukarıya kaldırmayacak kadar saçma bir
durumdaydı Andrew. Ama eline vuran soğukluğu hissedebilecek kadar
kendindeydi. Tuttuğu elin soğukluğunu ve süpürgeyle yükselirkenki
hızının belrigin olarak yavaşlığı hissedebiliyordu.
Başını
yavaşça yukarıya kaldırdı ve süpürgenin üzerine yığılmış Cady'yi gördü Andrew. "Hayıııııır!" diye çığlık attı Andrew. Ama yapabileceği bir şey
yoktu. Cady ölümcül laneti iliklerine kadar yaşamıştı. Andrew yeniden
aşağıya düşüşün verdiği rahatsız edici duyguyu yaşıyordu. Ama bu sefer
yalnız değildi yanında Cady'de vardı. Hemde bu sefer o kadar uzun
sürmeyecekti. Bu sefer düşünebildiği tek şey Marcus ve Diasy'nin
durumuydu. Başını yavaşça yere doğru çevirdi, artık çarpmasına birkaç
saniye kalmıştı. Başını tekrar kaldırırken, yukarıya hızla gelen beyaz
ışık ve toz bulutları içinde ki seherbazları gördü Andrew. Artık
meraklanması gereken birşey kalmamış gibi gözüküyordu. Ruhunu teslim
etmeye hazırdı, bedenini sıkmayı bıraktı ve yavaşça gevşedi Andrew.
Kulağında büyük bir ıslık sesi duydu ve daha sonrasında bir hiçliğe
dönüşen sesi anlayamıyordu. Her yer kararmıştı ve Andrew bir siyahlığın
içinde tek başına duruyordu. Kimsenin olmadığı siyah bir boşluk. Bir
anda yaşama isteğiyle karışan gözlerini açma isteği Andrew'e gözlerini
açtırmıştı.
Yaşadığı herşey gözünün önünden bir anda geçti Andrew'in. Odasında ki yatağında yatıyordu. Derin bir nefes alıp hızlıca
ayağa kalkıp camdan dışarıya baktı Andrew. Bunun tam olarak nerden
geldiğini bilmiyordu ama yaşadığı şeyler tam olarak planladığı şeylerden
ibaretti. Bu belki bir kehanetti belki de sadece korkunun ona yaşattığı
bir kabus. Bunu gece olmadan bilemeyecekti Andrew ama bildiği bir şey
vardı o da bu akşam gideceği yerin rüyasında gördüğü yer olduğuydu.