Valentine Evelynn Brés Sihiri Uygunsuz Kullanımı Dairesi Çalışanı
Mesaj Sayısı : 4 Lakap : lynn Kayıt tarihi : 26/06/10
Rp Puanı Rp Puanı: (81/100)
| Konu: Valentine Evelynn Bres C.tesi Haz. 26, 2010 6:58 am | |
|
- Spoiler:
İşte yine yalnızlığımı hatırlatacak günlerden birindeyim…
Herkes telaşla etrafa koşuştururken ben oturup onları izlemeyi tercih ettim. Kimse fark etmiyor bile beni. Haklılar da ailelerine, sevdikleri insanlara güzel görünmeliler. Tek haksızlık “Sadece ailenizi çağırabilirsiniz.” kuralı. Ailesi olmayanlar? Gidip sorma gereksinimi hissetmedim. Hiç biri ailemle paylaşacağım mutluluktan daha önemli olamazdı. Hiçbiri annem kadar babam kadar mutlu olamazdı. Bu yüzden hiç kimseyi çağırmadım. Bazen diyorum ki çok mu takıyorum onları, hayatımı mahvediyorum. Ama cevabım hemen evet oluyor. Takılmaya değmezler mi sizce de?
Her zaman okulun en tuhaf kızıydım ben. Ben mi tuhaftım yoksa onlar mı? Hep gülümsediğim için mi tuhaftım? Hep mutlu göründüğüm için mi tuhaftım? Mesela bugün son dakika hazırlanacağım için mi tuhaftım? Ama içimi bilmiyorlardı ki. O içten gülümsemelerimin nedenini… O mutlu görünmemin altında yatan etkeni… Son dakika hazırlanmamın nedenini…
Gecenin başlamasına iki saat vardı. Arkadaşlarım şimdiden hazırlanmışlardı bile… Ben ise yatağımın üzerine bağdaş kurup oturmuş onları izliyordum ve yorum yapıyordum. “Evet, çok güzel oldun.” “Mavi sürmelisin…” “Hayır, canım üzme kendini ailen seni her halinle sever.” Canım yana yana kurmuştum son cümlemi…
Sdynee:
- Sen hala hazırlanmadın mı?
- Bir saat sonra hazırlanmaya başlarım.
- Saçmalama o zamana kadar ne yetiştirebilirsin ki?
Bir şey dememe fırsat bırakmadan beni kolumdan çekti. Dolabımı açtı ve eşyalarıma göz gezdirmeye başladı.
Sdynee en yakın arkadaşım… O da olmasa her şey çekilmez olurdu benim için… Tuhaf gelmemden olsa gerek herkesi tanırım. Slytherin'den tut Gryffindor’a kadar… Müdürden tut merdivenlerdeki tablolara kadar... Yinede hep yalnız hissediyorum kendimi.
“Bu olmaz… Bu hiç olmaz… Bu eh sanki… İşte buldum!” o kadar çok bağırmıştı ki odada ki diğer kızlar dönüp ona bakmıştı. O da biraz benim gibi ayarsızdı işte… Bu kadar bağırdığı şeyin ne olduğunu merak ettim doğrusu. Hem de benim dolabımda öyle mi?
-Bak bunu giymelisin.
Geçen seneden kalma hiç giymediğim ve giymeyi hiç düşünmediğim beyaz, üzerinden tüller sarkan mini denecek kadar olmasa da kısa bir elbiseyi çıkarmıştı. Teyzem doğum günümde almıştı. O buraya nasıl karışmıştı ki? Burun kıvırdım. Uzun bir aramadan sonra geçen gün aldığım siyah ve cepleri olan bir elbiseyi gösterdim. O da burun kıvırdı. Odada ki diğer kızların yardımıyla en sonunda beyaz elbiseyi giydirmeyi başardı. Aynanın önündeki sandalyeye oturttu ve adeta bir makyöz edasıyla başladı beni boyamaya… Neredeyse bir saat boyunca yüzümde neler yaptığını merak etmeye başlamıştım ki “Sonunda” dediğini duydum. İstediğini yapmış olduğu yüzündeki gülümsemeden belliydi. Beni aynaya çevirdi ve şok… Bu ben miydim?
-Bu da kim? dedim.
-Sensin! Dedi kıkırdayarak.
Ben de güldüm ama hala gerçekten ben olduğuma inanamıyordum… Saat gelmişti. Herkes yavaş yavaş aşağıdaki yerlerini alıyordu. Herkesin bir kavalyesi vardı. En nefret ettiğim de buydu ya işte… Tüm okulda ‘Tuhaf kız’ diye ün salmışsan kavalyenin olmaması doğaldı. O da boşalmıştı. En son giden Sdynee, beni bırakıp gitmek istemiyordu. Gelmeyeceğimden korkuyordu. Haklıydı da gitmek istemiyordum ama bu mutlu günde onu da üzmek istemiyordum. ” Kararsızlık, kötü bir karardan bile beterdir. En azından kötü kararından sonra bir daha o yanlışı yapmamaya çalışırsın.” Derdi babam. Babamın o mükemmel sözlerinden birisiydi sadece… Babamı dinlemeye karar verdim ve aşağıya indim.
Merdivenlerden inmeden önce son kez şuan süslü ve benim için çok şey ifade eden salona baktım. Neler yaşamıştım, neler yaşamıştık… İlk kez mektup geldiği günkü heyecanımı hiç unutamam. Gelir gelmez alışverişe çıkmamız için annem ve babama yalvarmıştım adeta. Alışverişimizi tamamladığımızda babamın söylediği sözü hiç unutmam. “Büyü, her şeyin ötesindedir. Kendine dikkat etmelisin. Kurallara uymalısın. Her kural senin koruyucu meleğin gibidir. Sakın unutma!” Unutmadığım halde uymuyordum. Zaten bu konuda ona bir söz veremeyeceğimi o da gayet iyi biliyordu. Küçükken hiperaktiftim- ki hala daha öyleyim-başımı sokmadığım çok az şey vardı.
Hani filmlerde olur ya merdivenlerden esas kız iner. Herkes ona bakar. İşte şuan bana olan şeyde tam olarak oydu. Tek fark bende esas kızı oynayabilecek hiçbir şey yoktu. Fısıldamalar ve parmakla göstermeler başlamıştı. Kendimi işte o an çok tuhaf hissettim. Önüme bakarak yürümeye karar verdim. Düşmemek için değildi tabiî ki… Utanmıştım. Yüzümün kızarmadığından emin olamadığım içindi. Merdivenden indim ve hemen sağında durdum. Bu şekilde Sdynee’nin yanına gidemezdim. O an sadece ayağımı ve oradan geçmekte olan ayakları görüyordum. Bir ayak önümde durdu. Erkek ayakkabısı giymişti. O halde bu bir erkekti. Ne saçmalıyordum ben böyle?
-Merhaba. Dedi biraz önce saçmalamama sebep olan kişi. Yüzümü kaldırdım ve önümdekinin kim olduğuna baktım. Ve yine bir şok… Bugün şok olma günüm müydü acaba? Karşımdakinin Slytherin binasından olduğuna kesinlikle emindim.
-Merhaba. Dedim neredeyse duyulmayacak bir şekilde. Gülümsedi. Ben de gülümsedim.
-Sanırım bir kavalyen yok.
-Evet. Dedim yüzüne bakmıyordum. Ah! Hayır, olamaz baştan anlamalıydım ve hemen buradan uzaklaşmalıydım.
-Eğer sende istersen kavalyen olmak istiyorum. Dedi kendinden emin bir şekilde.
“Düşüncelerinle oynayabilirsin ama mimiklerinle asla!” derdi o mükemmel sözlerin sahibi…
-Teşekkür ederim ama kavalyem olsun istemiyorum.
-Lütfen istemediğini biliyorum ama bence kendine haksızlık ediyorsun. Eğlenmek senin de hakkın. Biliyorsun okulda ki son günümüz bir daha birbirimizi görmeyeceğiz.
Haklıydı. Biraz eğlenmem ailemin de hoşuna giderdi. Hem amacıma ne olmuştu. Onlara anlatacağım güzel anılarım olmalıydı. Peki dercesine başımı salladım. Gülümsüyordu. Ben de gülümsedim ve uzun masalardan birine yürümeye başladık. Bugün tüm binalar istedikleri yere oturabiliyorlardı. Herkes karışmıştı. Sdynee’yi göremiyordum.
-Ailen gelmedi mi? Dedim boğuk bir sesle.
-Hayır. Önce bizim eğlenmemizi istiyorlar biliyorsun. Aileler bir iki saat sonra gelmeye başlar.
-Bilmiyordum. Bu geceyle ilgilendiğim söylenemez.
-Neden?
-Boşver…
Daha fazla ısrar etmedi. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. O da fark etmiş olmalıydı. Gryffindor masasına oturduk. Bir Slytherin’liye göre rahat görünüyordu. Başka bir Slytherin’li olsa çoktan yüzü düşerdi. Bana zaten hiçbir şey olmadı. Gryffindor’dan da bir sürü arkadaşa sahiptim. Rawenclaw binasından olmama karşın…
Ve tören başladı. Önce şarkımızı okuduk. Müdür beyin konuşmasından sonra da en korktuğum bölüme geldik. Müzik başlamıştı.
Tüm çiftler dans ediyordu. Adını bilmediğim Slytherin’li arkadaşım da beni kaldırmaya gelmişti. Elini uzattı. Çocuğu rezil etmemek için geri çeviremedim. Piste giderken “Danstan pek anlamam.” Diye fısıldadım kulağına. Gülümsedi. Onun o rahatlığı gerçekten hoşuma gitmeye başlamıştı.
Tüm çiftler gibi bizde dans etmeye başladık. Evet, dans edebiliyorduk. Slytherin’li arkadaşım gerçekten bu konuda mükemmeldi. “Ayağına basmadım değil mi?” dedim gülerek kontrol ondayken basmam imkânsız gibi bir şeydi. “Basmadın Elizabeth.” Dedi gülümseyerek o benim adımı biliyordu ama ben onun kini bilmiyorum. “Özür dilerim ama ben senin adını bilmiyorum.” Dedim utanarak sanki ortada utanmamı gerektiren bir durum varmış gibi… “Ah! Ne kadar aptalım. Kendimi tanıştırmayı unuttum. Theo Usherwood, Slytherin öğrencisiydim belki görmüşsündür.” Başımı sallayarak onayladım. Konuşmasını bölmek istemiyordum. “Başka öğrenmek istediğin bir şey var mı?” dedi “ Hayır, teşekkür ederim bu kadar yeterli.” Dedim tebessüm ederek.
İşte korktuğum an gelmişti. Aileler yavaş yavaş kapıdan girmeye başlamışlardı. Birbirlerini öpmelerine, sarılmalarına tahammül edebileceğimi sanmıyordum. Bu yüzden hiç kimseye- Theo da dahil- fark ettirmeden odama çıktım. Yastığımın altındaki annem, babam ve ablamla gülümseyerek el salladığımız gazete parçasını aldım ve yine kimseye fark ettirmeden dışarı çıktım. Yalnız kalmak istiyordum. Bu sefer ilk defa yalnız kalmak istiyordum gerçekten. Yasak ormana gitmeyi düşündüm ama kendimi bile bile tehlikeye atamazdım bu yüzden şuan boş olmasını umduğum göl kenarına gittim. Ve boştu…
Bir ağacın altına oturdum. Aileme baktım. Bu sefer her zamankinden daha fazla bir özlemle… İçeridekilerin yokluğumu fark etmeyeceklerini biliyordum. Hatta emindim. Uzun sürede-gece bitene kadar- buradan gitmeye hiç niyetim yoktu. Gözlerim dolmuştu. Bugün doğum günümdü üstelik. Yıldızlar her zamankinden daha da parlaktı. Benim için olmadığına eminim. Küçükken annemle yıldızları izlerdim. Birlikte en parlak yıldızı avucumuza alırdık ve bir dilek tutardık. Sonra avucumuzu açarak yıldızımızı yine gökyüzüne üflerdik. O zaman ki dileklerim babamı satrançta yenmek, ablamın Astronomi’den yüksek not alması gibi benim gibi küçük şeylerdi. Benimle sonsuza kadar birlikte olmalarını dilerdim. Böyle olacağını bilseydim… Bu anıdan sonra gözyaşlarım akmaya karar verdiler. Yine de daha çok ağlayacağımı bile bile, onu daha çok özleyeceğimi bile bile en parlak yıldızı avucuma aldım. Diğer elimle de gazete parçasını tutmuş, içtenlikle gülümseyen-kime çektiğim belli- anneme bakıyordum. Bu sefer dileğim öncekiler gibi küçük olmayacaktı. Öncekiler gibi umut taşımayacaktı. Boş olacaktı ama olmasını her şeyden çok istediğim bir dilek olacaktı. Ailemin yanımda olmasını diliyorum. En azından bu mutlu olmam gereken gecede… Olmayacağını bile bile… Gözyaşlarım daha da artmıştı. Avucumdaki dileğimi gökyüzüne üfledim… Babamın, ablamla benim yanıma oturup yıldızları bir şeylere benzettirmesini hatırladım bu seferde. Ne kadar eğleniyorduk. Ne kadar mutluyduk. Sanki o günler hiç bozulmayacak gibiydi. Ama bozuldu…
Gazetemin elimden çekildiğini hissediyordum. Gözlerimi açtım. Ne kadar süredir burada olduğumu bilmiyordum. Uyuyakalmıştım. Beyaz elbisem toz toprak içindeydi. Saçım bozulmuştu. Kendimden geçmiştim adeta… “Theo!” dedim bugünkü üçüncü şokumu yaşayarak. Yine o yüzündeki rahat ifadeyle gülümsüyordu. “Rahatsız etmiyorum umarım.” “Tabii ki hayır…” Benim yokluğumu fark eden tek insana karşı kaba davranamazdım. Her ne kadar yalnız kalmayı çok istesem de… Yanıma oturdu. “Özür dil…” Beni duymazlıktan geldi. “Elindekine bakabilir miyim?” Utanmıştım. “Evet, al” İlk defa birine gösteriyordum ailemi. İlk defa içimden terslemek gelmiyordu. Gülümsedi ama sinir bozucu bir gülümseme değildi içtendi. “Güzelliğini kimden aldığın belli… Gücünü de babandan almışsın. Ablana hiç benzemiyorsun.” İyice utanmıştım. İlk defa bir erkekten böyle sözler duymuyordum. Okul hayatım boyunca sayamayacağım kadar çok teklif gelmişti ama kabul etmemiştim. Belki birazda bundan olsa gerek tuhaftım… Ama bu diğerlerinkinden farklı gelmişti. Diğerlerinde tek bir utanma belirtim bile olmamıştı. Bu farklıydı… Konuşmasına devam etti. “Baban eski Sihir Bakanı değil mi?” Başımı salladım. Konuşmak istemiyordum. “Ablanı hatırlamıyorum. Anneni görmüş gibiyim… “ “Biçim Değiştirme Profesör’üydü.” “Tabi ya… O zaman sanırım okula başladığımızdan bir sene sonra oldu bu olay…” Neyi kastettiğini gayet iyi biliyordum. Direk öldüler demek yerine olay demeyi tercih etmişti… “Evet…” sesim çatlamıştı. Gözlerim yine dolmuştu. “Onları çok özlüyorsun değil mi?” Başımı salladım. Gözyaşlarım akıyordu. “Nasıl olduğunu öğrenmeyi isterim ama seni üzmek istemiyorum.” “Sorun değil…” dedim kendimden emin bir şekilde… Ona güvenebileceğimi hissediyordum. İlk defa birine güvenebileceğimi ve ailemi anlatabileceğimi hissediyordum… Nereden başlasam bilemiyordum bu yüzden önce kendimi tanıtmaya karar verdim. “Elizabeth April Fantine. Fantine ailesinin şuan ki varisiyim. Ailemin küçük prensesiydim ta ki onları kaybedene kadar... Birde ablam vardı benim. Bunu biliyorsun zaten… Hepsini kaybettim. Babamı, annemi, ablamı… Nasıl olduğunu bende bilmiyorum. Bilmekte istemiyorum zaten… Öğrensem ne değişecek ki onlar bana geri dönmeyecek... Ya öldürülmüşlerse işte o zaman kendimi kaybederim bu yüzden öğrenmeyi istemiyorum.
Babam eski sihir bakanıydı. Annemse Hogwarts’ta çalışan profesörlerden biriydi. Biçim değiştirme derslerine giriyordu. Canım annem hiçbir zaman ayrım yapmazdı. Babamda görevini hep layığıyla yerine getirirdi. İkisini de ne kadar çok özlüyorum anlatamam. Özlemimi başkalarının yanında dışa vurmayı yasakladım kendime. Bu yüzden sustuklarım içimde büyüyordu. Birine anlatmanın vakti geldi galiba… “ dedim gözlerinin içine bakarak tüm içtenliğimle gülümsedim.
“Nereden başlasam bilemiyorum. O haberi aldıktan sonra bir ay boyunca hastanenin psikoloji bölümünde tedavi gören, ailesi olmayan bir kızdım artık ben… Her gün profesörlerim, akrabalarım, arkadaşlarım beni yalnız bırakmamaya çalışsalar da yalnızdım işte. Onlar yalnızca ziyaret saatlerinde yanımda olabiliyorlardı ya diğer saatler? Diğer saatlerde tekrar yalnızlığımla baş başa kalıyordum. Bir bilsen canımın nasıl yandığımı, onları ne kadar çok özlediğimi…
****
Teyzem evden birkaç eşya getirmiş. Ailemi hatırlatan bir şeylerin beni bu soğuk hastane odasında yalnız bırakmaması güzel…
-Merhaba canım. Bugün nasılsın?
-İyiyim galiba…
Uzun zamandır ilk kez konuşuyordum. Şifacı şaşırmıştı. Kendisini toparladıktan sonra:
-Konuşmaya karar vermene sevindim. Sana sorduğum soruları cevaplamanı istiyorum.
-Peki dinliyorum.
-Aileni kaybettiğin haberini aldığında neler hissettiğini anlatmanı istiyorum.
-Zor olacak ama peki anlatayım… Okuldayken içimde bir gariplik vardı. Nefes almakta güçlük çekiyordum. Kalbimde sürekli bir acı vardı. Tam adlandıramayacağım bir şey yaşadım koridorda, sanırım bir kriz ya da anlık nöbet gibiydi. Ablamı gördüm. Arkasında da bir ışık… Ablama geliyordu. Bağırdım “Abla!! Dikkat et..” Ablam beni duymuyordu. Işık geldi ve yok oldu. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Kendimi toparlamaya çalıştım. Etrafıma baktım herkes bana bakıyordu. Bir elimi duvara dayamıştım nefesimi kontrol altına almak için çabalıyordum ki yine o ışığı gördüm. Bu sefer babam vardı karşımda… Tüm gücümle bağırmaya başladım belki sesimi duyurabilirdim. “Babaaa! Arkandaaa… Işık…” Ve…. Artık babamda yoktu. Gözyaşlarım daha da artmıştı. Artık durduramıyordum. Kimseyi görecek halde değildim. Ve yine o aptal ışık babamı ve ablamı benden alan ışık… Bu sefer annemi benden almaya hazırlanıyordu. Annem bana her zamankinden daha da içten gülümsüyordu. Bu sefer o ışığı yenmeliydim. Annemi de o ışığa kaptırmamalıydım. Sessimin kısılabilmesine aldırmadan bağırdım. “Anne! Işıkkk.. Arkana bak..” Annem beni duymuyordu. Yanına gitmeye karar verdim. O halde karar alabilmem şaşırtıcıydı doğrusu... Gitmeliydim ama gidemiyordum. Belimi ve kollarımı tutan eller benim anneme gitmemi engelliyordu. Gözyaşlarım sel olmuştu. “Anne… Annee!!” Ve o da yoktu artık. Gözyaşlarımdan etrafımı görmekte zorlanıyordum. Başım dönüyordu. Gözlerim kararıyordu. En son gördüğüm kuru bir kalabalık, beni hala tutmakta olan çeşitli binalardan çocuklar ve Sihir Tarihi, KSKS profesörü oldu.
Gözlerimi açtığımda ilk müdür Bay Javert’i gördüm. Önce kendime sonra da ona “Onlar ölmedi!” dedim. Şaşırmış bir şekilde bana baktı. Herkes şaşırmıştı. Fısıltılar yükseldi. Hiç birini duyabilecek halde değildim. Bay Javert elimi tuttu. Bana değil kalabalığa bakıyordu. Gözleriyle Uçuş Profesörü olan teyzeme işaret verdi. Teyzem gözyaşlarına boğulmuştu. Uzun zamandır gözyaşlarını tutuyormuş gibi bir hisse kapıldım. O da diğer elimi tuttu. Kulağıma bir şeyler fısıldadı. Güldüm hem de kahkahalarla “Onlar ölmediler!” dedim yine. Hala şaşkın olan odadakilere sessizlik çökmüştü. Kimse gülmüyordu. O an anladım ki o kadar çok istiyordum ki ölmediklerine inanmayı. O kadar çok istiyordum ki hala yanımda olduklarına inanmayı. Her şeyden çok hem de...
Gözyaşlarım yine beni yalnız bırakmamıştı. Oda da ki herkesi dışarıya çıkarttı Bay Javert. Bir şeyler sormamı, bağırmamı bekliyordu sanki yüzüme bakıyordu. Ama tek kelime bile etmedim. Edemedim. O gün bugündür konuşmuyordum işte…
Ağlamaktan kıpkırmızı olmuştum. Daha fazla konuşamayacaktım. Şifacının da gözleri dolmuştu.
-Peki, canım artık evine dönebilirsin. Özgürsün…
Eve gitmişim, gitmemişim ne fark ederdi ki. En sevdiğim yemekleri yapacak, derslerimde yardımcı olacak bir annem; benimle alışveriş yapacak, derdimi dinleyecek bir ablam; birlikte her yeri gezebileceğim, Quiddich maçlarını izleyebileceğim bir babam olmadıktan sonra o eve neden dönmeliydim ki? Nereye baksam onları görecektim. Ne yapsam onları hissedecektim…
****
Evimiz iki katlı arkada ve önde küçük bahçesi var. Öndeki kapıda, kapıya ulaşmak için koyulmuş bir-iki basamak mevcut. Çok büyük değil ama DÖRT kişi için gayet ideal. İlk girildiğinde minik bir holle karşılar. Holün iki yanında da birer geniş kapı vardır. Bir tarafında oturma odamız diğer tarafında ise mutfak var. İki kapıda hiç kapanmaz… Üst katta annemle babamın odası, benim odam ve ablamın odası, banyolarımız mevcut…
Bahçeye girdiğimde annemin güllerini gördüm. Hala eskisi gibiydiler annem olmasa bile açmışlardı. Mis gibi kokularını içime çektim ve onun hemen sağındaki ahşap evimi gördüm. Babam benim için yapmıştı onu… Evim küçücüktü. Ne kadar büyüdüğümü o an anladım. Zor zamanlarımın başladığını o an anladım…
Merdivenleri çıktım ve zile bastım. Annemin açması umuduyla… İçeriden ses gelmiyordu. Ta ki büyük bir çatırtı çıkana kadar… Bu çatırtının sebebini annem ciyaklayınca anladım. Ablam yine bir şey kırmıştı. Kapıyı açmayı unutmuşlardı görünüşe bakılırsa içeriden bağırışlar yükseliyordu çünkü. Ayağımı merdivenin demirlerine dayadım. Çantayı dizimin üstüne koydum ve uzun bir aramadan sonra anahtarıma kavuştum. Anahtarımla kapıyı açtım. Savaşın ortasında kalmamak için hızla merdivenlerden odama koşmayı düşünüyordum ki sesler kesildi. Holün tam ortasında elimdeki çantayla kalakalmıştım. Çanta elimden düştü. Sadece “Odamdayım!” diyebildim. Uzun süre sessizlik oldu. Gözlerim dolmuştu. Annemin “Çabuk şuraya gel!” diye bağırdığını duydum. Önce bana dediğini sandım ama sakar ablamın bağırışını duyunca bana demediğini anladım. Belki de beni duymamıştı bile… Bu senaryo sık sık olurdu bizde… Alışmıştım ama nedense annem bir türlü alışmak istemiyordu, alışamıyordu. Sesler tekrar kesildi. O an anladım ki zihnim bana oyun oynuyordu. Gözyaşlarım yine beni ziyarete gelmişti. Sabaha kadar da gideceğini sanmıyordum. Çantamın yanına oturdum. Dizlerimi kendime doğru çektim. Ellerimle kavradım ve yüzümü dizlerime dayadım. Hıçkırarak ağlıyordum. Ne kadar ağladığımı bilmiyorum hava kararmıştı. Işığı yakmak istemiyordum. Evi tekrar görmek istemiyordum.
Mutfaktan yemek kokuları yükseliyordu ve bir kadın sesi. Annemin sesiydi bu şarkı söylüyordu yine ve içerideki sesler… Ablamla, babamın sesiydi. Satranç oynuyorlardı yine… Yine kaptırmışlardı kendilerini bu sefer ablam ne istiyordu acaba? Tebessüm belirdi yüzümde ayağa kalktım son bir gayretle. “Beni bırakmayacağınızı biliyordum” dedim tüm gücümle. İşte o an sesler kesildi. Mutfaktaki mis kokular gitti. Işıklar söndü birden… Kayboldu bütün büyü… Kayboldu gerçeklik… Ve işte o an yine yalnız kaldığımı anladım. Yine zihnimin oyunuydu bu… Yine yalnızdım… Ama o an kendime ve aileme söz verdim. Beni görüyorlardı ve nasıl olsa bir gün buluşacaktık. O güne kadar onlara anlatabileceğim bir sürü güzel anım olmalıydı. Söz verdim, artık çok mutlu olmasam da mutlu olacaktım.
****
Aslına bakarsan bu benim başarı hikâyem sayılır. O günden sonra çok çalıştım. Ne zaman amacımı ve sözümü unutacak olsam hiçbir zaman yanımdan ayırmadığım, gülümseyerek el salladığımız bu gazete parçası bana sözümü ve amacımı hatırlatır…
Şuan akrabalarımla birlikte büyük bir malikâne de kalıyorum. Bu malikâneyi babam bizim için yaptırıyordu. Büyük bir eve geçmenin zamanı geldi diye düşünmüştü. Hem o işi yüzünden gitmek zorunda kaldığında yalnız kalıyorduk kalabalık iyi olacaktı. Peki, ben niye hala yalnız hissediyorum? “
Cevap beklemediğim bir soruydu bu. Onunda gözleri dolmuştu. İkimizde bir süre konuşamadık. “Sen gerçekten çok güçlü bir kızsın.” Dedi sessizliği bozarak. “Okul birincisi olmayı gerçekten hak eden güçlü bir kız…” Sustu. Gözyaşlarımı saklayamıyordum artık. “Ailen seninle gurur duyuyor olmalı…” Bu cümleden sonra hıçkırarak ağlamaya başladım. “Hey, hey seni üzmek için söylememiştim.” Biliyordum. Onun yüzündeki acıyı da görebiliyordum. “Özür dile…” Sözünü kestim. Bu sefer duymazlıktan gelme sırası bendeydi. “Anneni kızdırmadan geri dönsen iyi olur.” dedim gülümseyerek. Yüzüne yine o hoşuma giden rahatlığı gelmişti. O da gülümsedi. “Benimle gelir misin? Senin gibi birini aileme tanıştırmayı çok isterim.” Ve dördüncü şok… Hiç bir şey dememe fırsat bırakmadı ve elimden tutup kaldırdı. İlk defa mutlu olmuştum. Uzun zamandan sonra ilk defa heyecanlanmıştım. Sanki karnımdaki boşluk biraz olsun dolmaya başlamıştı. Üstüme baktım. Tek kelimeyle berbattım. Anlamış olacaktı ki…
-Sorun değil ailen seni her halinle sever…
| |
|
Allen Jacques Harth Kurtadam
Mesaj Sayısı : 154 Kayıt tarihi : 31/08/09
Rp Puanı Rp Puanı: (87/100)
| Konu: Geri: Valentine Evelynn Bres C.tesi Haz. 26, 2010 9:09 pm | |
| Rp'nizde gözüme çarpan ilk şey renkler oldu. Bu kadar renk kullanmanıza gerek yok. Rp lerde 3 renk kullanmanız yeterlidir: anlatımı oluşturan esas, mat bir renk; konuşmaları oluşturan iki tane canlı renk (biri sizin, biri diğer kişilerin konuşmaları olmak üzere). Ayrıca imla ve noktalamanıza da biraz daha özen göstermeniz gerekiyor, bazı yerlerde bağlaçları yanlış kullanmanız ve gereğinden fazla üç nokta kullanılması en göze çarpan hatalar. Unutmayın, üç nokta sadece tamamlanmamış, yani yüklemi olmayan cümlelerin sonunda kullanılır. Uzunluk: 20/20 Betimleme: 35/35 Renk Uyumu: 5/15 İmla: 10/15 Noktalama: 11/15 Puanınız: 81 | |
|