Kendi kendisiyle mücadele içerisindeydi, gözleri neredeyse yorgunluktan kapanmak üzereyken. Odasından çıkıp merdivenleri inerek kendisini hemen bahçeye attı. Muazzam derecedeki yeşilliği görene kadar nereye gideceği hakkında en ufak fikri yoktu. Ona göre yağmurdan sonra çimen kokusu kadar güzel bir koku yoktu herhalde, ablasının kurabiyeleri hariç. Yeşillikler içinde yürürken çıkan güneşin teninin üzerinde gezinmesine izin veriyordu. Yorucu ve uzun bir günün ardından batan güneşi izlemek biraz da olsa rahatlatıyordu içini. Aslında şu anda ablasıyla dışarıda olması gerekiyordu ama o dinlenmeyi tercih etmişti. Topuklu rugan ayakkabılarının çimleri ezerken çıkardığı hafif sesi dinlerken adımlarını kamelyaya doğru yöneltti. Ağaçların arasından gelen seslere pek aldırmıyordu, muhtemelen bahçedeki çeşitli hayvanlardan bazılarıydı.
“Harika..”
Burada aklına gelen ilk sözcük buydu. Bu inanılmaz bahçeyi hangi kelimelerle anlatabileceğini bilmiyordu. Aslında yeşilliklerin arasında olmak ona her zaman huzur vermişti. Tenine değen rüzgar yorgunluğunu biraz daha hafifletti belki ama kendini hâlâ yorgun hissediyordu. Eve geldikten sonra üstünü değiştirmemişti. Biraz yatakta uzanmış kalktığında da her yerinin uyuşmuş olması ona rahatsızlık vermişti. Daha sonra da kendisini bahçeye atmak istemişti. Eskiden yaptığı gibi kamelya da duran pembe koltuğa oturdu. Güneşin batışını bu tepeden izlemek zevkli oluyordu. Keşke eskiye dönebilseydi. 11 yaşında yaptığı gibi kitaplarına gömülüp ders çalışmak bunca işin içinden çıkmaktan daha kolay olurdu. Tabi bunun sadece boş bir hayal olduğunu kendisi de biliyordu.Etrafta duyduğu tek ses nefes alış verişinin sesiydi. Bir de rüzgarın. Keşke rüzgara karışıp uzaklara gidebilseydi. Kaçmanın aslında bir çözüm olmadığını biliyordu ama hayal ediyordu. Sadece hayal. Yine de bu dileğinden vazgeçmedi. Hayal kurmak kötü bir şey değildi. Hayallerle büyümüştü. Bazı gereksiz hayallerini bile gerçekleştirmişti. Şimdiyse gerçekleşmesi zor hayaller düşlüyordu, çok mu? Belki de imkansız. Yüzünü buruşturup etrafına bakınmaya devam etti.
“Merhaba Clarisse abla. Sen burada mıydın? Teyzemlerle dışarıda olduğunuzu sanıyordum.”
“Hoş geldin hayatım. Dışardaydık evet, ama ben biraz erken döndüm.”
O ince sesi duyduğunda biraz irkildi ama sonra gelenin Elisa olduğunu anladı. Yanında oturan küçük sarışın kızın aslında bütün olanlara rağmen bu kadar güçlü durması onu şaşırtıyordu. Kendi annesini ve babasını kaybetseydi nasıl yaşayabileceğini düşündü, yaşardı ama çok zorlanırdı. Onun için o kadar emek harcamışlardı ki.. Kıza baktı. Yüz hatlarını tamamen annesinden almıştı onun kadar narin ve hoştu. Sarı lüle lüle saçlarına bakınca ablasını ne kadar özlediğini fark edip biraz hüzünlendi ama bir şey belli etmemeye çalışarak yüz ifadesini eski haline döndürdü. Annesinden farklı olan tek şeyi babasından aldığı kocaman çikolata rengi gözleriydi. Genelde insanlar renkli gözlerin daha derin olduğunu söyleseler de o çikolata rengi gözlerin içinde dalıp gitmemek mümkün değildi. Küçücük yüzünü dolduran kocaman kırmızı dudakları gülümsüyordu. İnsan kıza baktıkça pozitif enerji alıyordu. Ayrıca çok zekiydi. Yaşadıklarına rağmen dersleri gerçekten iyi durumdaydı ve bozulmamasını umuyordu.
“Hogwarts’a dönmene kısa bir süre kaldı. Orayı özledin mi?”
Aslında cevabı adı gibi biliyordu. Hogwarts’ta okuyup orayı sevmeyen çok kişinin olmadığına emindi. Öylesine sıcak bir yuva nasıl sevilmezdi ki? Kendisi de 9 yılını orada geçirmişti. Orda yaşadığı 9 yıl içinde hayatı hiç durgun olmamıştı. Her gün yeni haberler, yeni olaylar. Her gün daha ilginç şeyler yaşamıştı, daha ilginç şeyler öğrenmişti. Orada kalmayı nasıl da özlemişti. Keşke, yine keşke, 11 yaşına dönebilseydi. İmkansız olduğunu bile bile hâlâ bunu yapmaya devam ediyordu. Geçmişi özlemiş olabilirdi ama şu an buradaydı, büyümüştü ve zevkini çıkarmak zorundaydı.
“Özledim sanırım. Ama orada olduğumda da burası burnumda tütüyor.”
12 yaşlarındayken tatillerde o da özlerdi Hogwarts’ı. Fakat ailesiyle birlikte burada olmakta hoşuna gidiyordu. Onları da gerçekten çok özlüyordu.
“Az kaldı. Yakında döneceksin.”
Ağzından hangi kelimeler çıktığının farkında değildi. Konuşmayı pek sevmezdi. Üstüne üstük bu gün çokta yorgundu. Ama söylediklerinin anlamlı olduğunu fark edince aldırmadı.
“Evet döneceğim. Aslına bakılırsa büyü yapmayı gerçekten özledim. Burada yasak gereği muggle gibi davranmak çok sıkıcı.”
Bir sessizlik oldu. Duyulan yine nefes sesleriydi ama bu sefer Elisa’nın da nefes alışverişi katılmıştı buna. Güneş neredeyse tamamen batmıştı, karanlık bastırmaya başlamıştı. Bahçedeki lambalar yanmıştı. O güzel bahçe de güneş gibi kayboluyordu sanki. Etraf koyu yeşildi artık. Belki de ablası bile gelmişti eve. Onları arıyor olabilirdi. Ama kamelyada olduğunu tahmin ederdi. Yorgunluk daha da çöktü üstüne. Gerçekten uzun süredir burada oturuyorlardı. Oysa ona kısa bir süre gibi gelmişti. Sessizliği bozan Elisa oldu.
“Belki de artık geri dönsek iyi olur.”
“Bencede. Hava kararmaya başladı.”
Sanki küçük kız içini okumuştu. Kendini ona bu kadar yakın hissetmesinin sebebini bilmiyordu belki kişiliklerinin fazlasıyla benzemesiyle ilgiliydi. Ya da küçük yaştan itibaren ona sahip çıktığı içindi. Gerçekten Hogwarts’a geri döndüğüne onu çok özleyecekti.
“Babam da bir seherbazdı değil mi? Bende onun gibi bir seherbaz olacağım.”
“İstersen her şeyi başarabileceğini biliyorum tatlım.”
Ayağa kalktı küçük kızı da elinden tutup ayağa kaldırdı. Geldikleri yoldan geri dönerken yanı başında da Elisa vardı. Yürürken kimse konuşmadı. Sadece gecenin sesini dinlediler..
“Babam da bir seherbazdı değil mi? Bende onun gibi bir seherbaz olacağım.”
“İstersen her şeyi başarabileceğini biliyorum tatlım.”
Ayağa kalktı küçük kızı da elinden tutup ayağa kaldırdı. Geldikleri yoldan geri dönerken yanı başında da Elisa vardı. Yürürken kimse konuşmadı. Sadece gecenin sesini dinlediler..