Yürüyorum… Dikdörtgen şeklindeki turuncumsu taşlarla döşenmiş dar yolda. Etrafta Mugglelar var. Kimse gecenin karanlığına takamdan yoluna devam ediyor. Ben etrafı kolaçan etmeden gezemiyorum. Büyücü olduğum bilinmiyor ama “ Yerin kulağı vardır. ” diyor ve hala Mugglelara sert bakışlar atmaya devam ediyorum. Yanımda benim büyücü olduğumu bilen ailem var. Onlardan nefret ediyorum. Onlar Muggle. Sadece biri hariç. Lola… Kardeşimden öte diye nitelediği olağan üstü kişilik. O da ben gibi Muggleları sevmiyor. Buraya gelmek onun içinde mecburi. O sarı kıvırcık saçlarını her sinirlediğinde savuruyor ve bir “ Uf. “ çekip yanıma geliyor. Bana onların saçmalıklarını anlatıp aslında onları “ Avada Kedavra. ” İle öldürmesi gerektiğini söylüyor. Ben sadece anne ve babamı sevdiğimi sadece Muggle olmalarından hoşlanmadığımı belirtiyorum ve ışıklarla süslenmiş kara gökyüzünün altıdaki dar yolda başı boş köpekler gibi yürümeye devam ediyorum. Onların bir elinde geleneksel gezi yiyeceği çekirdek var ve bir yiyor birde etrafa bakıyorlar. Çocuklar her gördüğü parkımsı yerlerde salıncağa binip dondurma yemek istiyor. Ben ise sadece o parkların tahta ve birazda kirli oturaklarında oturup elimi cebime sokarak asamla oynuyorum. Kimse beni umursamıyor. Üzülmem yada sıkılmam kimsenin umurunda değil. Ben insan sayılmam çünkü. Büyücü olmam Muggle olmaktan daha kötü gibi bakılıyor. Onları anlamak bana güç geliyor. Aslında büyücü olmanın ne kadar güzel olduğunu ve Muggle olsalar da büyücü olmaya çalışmalarını tekrarlıyorum sürekli. Onlar ise hayatlarını sevdiklerini ve canlarına susamdıklarını söylüyorlar her defasında. Onca metreyi onları ikna etmek için geçirip ikna edememem beni üzüyor. Yine koca topluluğun arkasına geçiyorum. Kimseyi umursamadan olup olmadık her vitrine bakıyorum. Bazı insanlar bana gülerek bakıyor. O sırada elimde tuttuğum asam aklıma geliyor ve bana zorla giydirdikleri Muggle kıyafetinin bir parçası olan ceketin iç kısmına koyuyorum asamı. Artık asamı da koyduktan sonra gülünç bir kısım bulamıyorum kendimde. Saçma bir yürüyüşüm var diye söylenip duruyorum içimden. Aslında bütün küfürleri bağırarak söylemek istiyorum ama terbiyemi kaybetmek istemiyorum. Ya da insanların gözünde deli gibi görünmeyi istemiyorum mu demeliydim? Neyse… Hala yorgun bir şekilde hafif kamburlaşarak yürüyorum yolda. Gören beni o sokak çocukları sanacak diye de ödüm kopmuyor değil ama kendimi kontrol edemiyorum. Bu kadar yürüdüğüm yolu normalde süpürgemle gidiyorum ve alışık olmadığım ailem tarafından biliniyor. Bildiğin eziyetti bu. Birden boğazım düğümleniyor ve aşırı derecede ağlama hissi alıyor içimi. Duruyorum ve karşımda duran vitrinin kirli camındaki yansımama bakıyorum. O anda acıyorum kendime. Ailem önümde gidiyor. Ben arkalarından evlatlık çocuklarıymışım gibi yürüyorum. Kızıl saçlı bana hiç benzemeyen abla babamın koluna girmiş bana bakıp bakıp gülüyor. Küçük erkek kardeşim annemin beyaz tenli koluna girmiş bana dil çıkarıyor. Bu ailede istenmediğimi anlıyorum ve gördüğüm ilk ara sokaktan içeriye giriyorum.
Burası daha fazla karanlık. Dikdörtgen turuncumsu taşlar yerine çakıl taşları var. Dört yöne ayrılıyor. Ben sağı seçiyorum ve hızlı adımlarla ilerliyorum. Kimse yok burada. Korkuyorum. Annemin yada babamın o sıcak elini tutmak geliyor içimden ama ben istesem de onların istemeyeceğini biliyorum. O sırada annemin bir sözü geliyor aklıma,” Böyle bir çocuk olacağını bilseydim seni doğurmazdım! “. Başımda bu sesler yankılanıyor. Başım dönmeye başlıyor. Sessizce küfrederek yoluma devam ediyorum. Hala o yıllardır temizlenmeyen vitrinlere bakmayı da ihmal etmiyorum. Buralardan hoşlanmadım. Orası her halimden belli. Ailem geliyor aklıma o sırada onların konuşmaları yine başımda yankılanıyor;
"Nerede bu?"
"Görmedim sen gördün mü Lola?"
"Hayır az önce arkadaydı".
"Neyse defolsun zaten onun ailemizde yeri yok."
"Eh hadi yürüyelim o zaman Daniel. Onu beklemeyeceğiz değil mi?"
"Tabii ki de hayır . O saçma asasıyla kendi başının çaresine bakar. Bakmasa da olur."
Bunları kovalıyorum aklımdan. Beni eve geldiklerinde yine göreceklerinde suratlarının ifadesi ne olacak diye merak ettiğimden tempomu hızlandırıyorum. Evet sonunda o içi sekiz odalı, dışı krem rengi olan villaya geldiğimi fark ediyorum. Orayı anlatmak imkansız. Yeşil çimenlerin içine yürüme yolu diye niteledikleri küçük karelerden oluşan kısa patikadan gidiyorum. Kapımızın önüne geldiğimde asamı kaldırıyor ve benim en basit büyümle kapıyı açıyorum. İçeriye girer girmez. Bodrumdaki farelerle dolu odama gidiyor ve kırık dökük yatağıma kendimi yavaşça bırakıyorum. Kırılmaması için özen gösteriyorum. Büyük bir cezalandırmayla büyü yapmam yasak olduğundan onu tamir edemiyorum. Hemen üstümü çıkarıyorum ve salonda doğru hareket ediyorum. Farelerin oynaştığı kapının aralığından gelen ışıla görünen beyaz merdivenler bana yeşil gibi geliyor ve asamı ışıklıyorum. Eğiliyor ve bakıyorum. Sadece bir göz yanılması… Bunu da umursamayarak iki berbat renkli duvarın daralttığı merdivenleri ağır ağır çıkıyorum. Sonunda kapı sesi duyuyorum. Adımları ister istemez hızlandırıyorum. Beni görüyorlar ve,” Burada olmamalıydın. Neden kayboldun? “ ben sadece ukalaca bir bakış atıyorum önce. Sonra herkesin benden cevap beklediğini anlıyor ve şoklarını atlatmaları için konuşuyorum,” Gezinizden sıkılmıştım. Eve erken geldim. Sorun olmadı. “ diyorum. Herkes yüksek sesle homurdanarak içeri giriyor. Ev yine eski halini alıyor. Küçük kardeşim boxer’ını çıkarıp merdivene asıyor. Ablam saçlarını ayakkabılığın önünde tarıyor ve uçlarındaki pembe renkleri yeniliyor. Babam eski televizyonunun önünde pijamasının üstünü çıkarmış bir şekilde baygın gibi oturuyor ve eski filmlerden birini izliyor. Annem küçük kardeşimin dağınıklığını topluyor. Lola ise Sihir Tarihi'kitabını çıkarmış babın sert bakışlarına takmadan okuyor.
Saatler ilerliyor ve herkes yatıyor. Babam filmini bitirince hemen başında belirip,” Misafir odasında kalabilir miyim? Yatağım kırılmak üzere. “ diyorum. Babam,” Senin ait olduğun yer bodrumumuz. Zaten yeterince fazlalıksın. ” diyerek beni tersliyor ve merdivenlere yöneliyor. Ben arkasından bağırarak,” Ama nerem fazlalık? Ben sizin kızınızım! Evde sekiz oda var ve sadece üçü dolu. Bense fazlalığım öyle mi? “ diyorum. Babam,” Öyle! “ diye bağırıyor ve odasının kapısını sertçe kapatıyor. Ben bodrumuma geri dönüyorum. Işığımı yakıp yatağa uzanıyorum. Babamlar fark etmeden buradaki böcekleri ve fareleri yok ediyorum. Kendime zarar gelmesini engelleyecek her büyüyü odaya uyguluyorum. Koltuğumu daha büyüyecek şekilde açıyorum. Çarşafımı seriyorum ve sert yastığım koyuyorum. Yorganımı da serdikten sonra kendi yaptığım yatağıma yatıyorum. Artık az da olsa uyuyabileceğimi düşünerek gözlerimi yumuyorum.
“ Yarın güzel bir gün olacak. Her şeye rağmen mutlu ol Carol."