Marie Lily Mc. Queen
18
Yürüyordu sessiz
gecenin , yağan yağmurun altında Jasmine. Yine evde o küçük(!)
tartışmalardan biri yaşanmıştı. Bir sürü sorunu yokmuş gibi birde
annesinin yaptığı ani çıkışlar bazen suskunluğunu bozuyordu;
tutamıyordu kendisini bazı zamanlar. Sessiz, suskun, sosyal olmayan
biriydi, bu özellikleri ailesinin onunla gurur duymasını sağlayacak
özellikler değildi, bunu biliyordu ama üstüne gelinmesi bazen içinde
yaşanan çatışmaların dışarıya vurumu anlamına geliyordu. "Boşanan ailelerin sorunlu çocukları" sınıfına girmişti o da, ailesinin arkadaşları, kendi etrafındaki "boş"
insanların düşüncencelerinde. Ailesinin boşanması umrunda mıydı sanki,
hatta iyi olduğunu bile düşünüyordu bunun. Onların hiç bir zaman mutlu
olduklarını görmemişti; gerçekten mutlu olduklarını... Sahte
mutluluktan başka bir şey yoktu etrafında; her şey sahteydi. Sahte
arkadaşlıklar, güven duygusundan eser olmayan kişiliğini
kalıcılaştırıyordu. Sahte gülümsemeler; kendi gülümsemelerinin çoğu
buydu, ya alaycı gülümsemesi ya da karşısındakini susturmak için yüzüne
yerleşen sahte bir gülümseme. Konuşabileceği kim kalmıştı ki... En
yakın arkadaşını bir yangında kaybetmişti çok uzun süre geçmemişti bu
olayın ardından. Lyssa'nın öldüğü gün, kendisini -Méll'den sonra- en
yakın hissettiği, konuştuğu birini de kaybetmişti işte. İkizi Méll'i
uzun zamandır görmüyordu ama tek teselli kaynağı oydu. Babasıyla kalan
ikizi bu boşanmanın tek kötü olan tarafıydı en sorun olan kısmı ise bu
ayrılığın Jasminé'in yaşadığı en kötü şey olduğuydu. İkizinden ayrılma
düşüncesi hep kötü yapmıştı onu gerçekleşmesi daha da kötüydü. O gece
hiç çıkmıyordu aklından, her yağan yağmur, her yüzüne düşen yağmur
damlası... Hepsi o geceyi hatırlatıyordu Jasminé'e.
Alt kattan
gelen bağrış sesleri doldurmuştu odanın içini, ikizlerin odası 3. katta
olmasına ve kapının kapalı olmasına rağmen geliyordu sesler içeriye.
Jasminé gözlerini tavana dikmiş bekliyordu sessizliğin dinmesini ama
boşuna bir bekleyişti bu. Yatağından doğruldu, turkuvazı andıran parlak
gözleri tam karşısında duran yatağa yöneltilmişti, Méll hiç
kıpırdamıyordu ama Jasminé emindi ; ağlıyordu. Yatağından kalktı ve
ikizinin yatağına doğru ilerlemeye başladı Jasminé, siyah, uzun, düz
saçları omuzlarından aşağıya iniyordu, gözyaşlarını siliyordu Méll'in
görmemesi için. Tek tesellileri birbirleriydi. Bu tartışmalar
sıklamıştı iyice, her gün, her saat, her zaman... Birden kırılan bir
eşyanın sesi Jasminé'in istemsizce gözlerini kapatmasına neden olmuştu,
birkaç saniye geçince açtığı gözleri Méll'in bakışlarıyla
karşılaşmıştı. Birden çarpılan dış kapı ve bahçe kapısının kapanış
sesinden sonra sessizlik sağlanmıştı evde, uzun zamandan sonra. Olanı
tahmin edebiliyorlardı ama ayrılacaklarını; hayır. Yağmur yağıyordu,
pencerenin camına sertçe vuran yağmur damlaları bozuyordu sessizliği
sadece...
Birden daldığı anılardan irkilerek kendine geldi,
karşısında biri duruyordu,Jasminé bakışlarını karşısında durmakta olan
kişiye dikmişti. Saatten haberi yoktu ama emin olduğu birşey vardı o da
erken bir saat olmadığıydı. Birden kaybolan görüntü karşısında Jasmine
yapacağını bilmezmişçesine duraksadı, birkaç dakika ne yapacağına dair
düşünceler oluşmuştu kafasında, yürümeye başladı. Etrafta gördüğü
yüzler çoğalmıştı, umursamazlığını bu yöne verme çabası içindeydi.
Farketmeden, istemsizce eli boynundaki kolyeye gitti. Gümüşün soğukluğu
temasıyla yayılmıştı tüm bedenine bir anda. Bu soğukluk ürpermesine
neden olmuştu Jasminé'in . Parmakları yılan şeklindeki kolyeyi
kavramıştı, bu kolye ikiziyle arasındaki tek bağdı. Birşeyler ters
gittiğinde -her zamankinden daha fazla bunaltıcı olduğunda bu durum-,
yalnızlığının onu ürkütmeye başladı zamanlar bu kolyeyle hissederdi
Méll'in varlığını. Aralarındaki mesafe can acıtıcıydı ama ikizinin
varlığını hissetmek yetiyordu böyle zamanlarda "sakinleşmesine" .
Babasına bazen hiddetleniyordu, giderken Méll'i götürdüğü için. Onunla
beraberken mutluydular, neden bozma çabası içindeydi herkes bunu?
Anlayamıyordu Jasminé.Etrafındaki insanların hep bu çaba içinde
olmaları bazen onu çılgınlık derecesine getiriyordu onu.Duymaya
başlıyordu bazı sesleri öyle zamanlarda, kendisine ulaşması için
söylenen kelimelerden kaçıyordu, gerçek olmayan ama varlıklarını
hissettiği kelimelerden... Bazı gerçeklerden de olduğu gibi... Kabul
etmiyordu kaçtığını ama bazen farkediyordu, yine de inkar ediyordu ve
gerçek olmayanların gerçekliğine inanan benliği yüzünden kaboluyordu.
Yağmur
damlaları gözyaşlarıyla karışmış bir şekilde süzülüyordu yüzünden.
Bakışlarını kaldırdı karanlık gökyüzüne, havanın boğuculuğu yıldızları
bile gizliyordu, hafifçe esen rüzgar Jasminé'in ıslak, siyah saçlarını
geriye savurmuştu, transa geçmişçesine yavaş adımlarla ilerliyordu.
İçinde hafiften yükselemeye başlayan hiddet tamamen ele geçiremiyordu
benliğini. Bunun için harcadığı bir çaba yoktu, belki de harcıyordu;
bunu bilmiyordu.Zayıf göründüğünü düşünsede güçlü benliği olmadan
sağlam çıkamayacağını biliyordu bu durumdan. Sadece "gerçek" varlıkları
hissetmeye duyduğu özlem etkiliyordu dayanıklılığın ama artık neyin
gerçek neyin gerçek-dışı olup,olmadığını kestiremediği düşüncesini
öğrenme durumu onu etkiliyordu. Etrafında duyduğu nefes sesleri,
kendisine ulaşmaya çalışan kelimeler... Neden hayali oluyordu
"genellikle"...Gerçeklere olan inancı gittikçe zayıflıyordu, insanlara
olan güveni yok denilecek kadar azalmıştı. Yaşadıkları etkiliyordu
kişiliğini, sakladığı bir çok şey içinden...
- Neden..? Neden herşey kötü olmak zorunda?
Zayıflayan
inançların içine iyiliğe karşı olanda karışmıştı. Yürüyordu hala
karanlığın kapladığı gökyüzünü umursamadan, varlığından hoşnutsuz olan
yağmur damlalarını umursamadan... Hayatını umursamıyordu, ölümün
kurtuluş olarak görüldüğü bir hayat. Yaşama zornluluğu hissetmiyordu,
hiç bir zorunluluk hissetmiyordu ama harcamadığı en küçük çabada
benliğini kaybedeceğini ve "kendi" olmaktan çıkacağını biliyordu...