Usulca fısıldamayla başlayan, bunaltıcı bir gündü. Her zamanki banalliği ile endamsız gün başlamıştı Wentworth için. Wentworth uykusuz, sancılı bir akşamın ardından; ruhsuz rüzgârın kulağının arkasından günaydın fısıltılarıyla uyanmıştı. Gerilimsiz saatler, bunaltıcı bir baskın sükûnet içeriyordu, dakikalarda. Dudakları kana susamışçasına, birbirine yapışmıştı. Ellerindeki basınç yük oluyor kendine gelemiyordu. Boş duvarlara anlamsızca bakıyor, “ Bugün ne yapsam ki? “ diye kendince mırıldanıyordu. Duygusuz vücudu tüm ağırlığını kaybetmişçesine yataktan hışımla kalktı. Odasını dışarıya gizleyen panjurları indirdi. Güneş aslında o kadar parlak değildi. Hatta rengi turuncuya çalıyordu. Uzun ve güçlü kollarını başının arkasına aldı ve göğüs kafesini şişirerek gerildi. Kendine gelmişti artık o hantal vücudu.
Anlamsız öldürülen zamana daha fazla dayanamıyordu. Çeşitli arayışlar içerisindeydi. Tüm kinini nefretini boşaltmak istercesine etrafına lanetler savuruyor, gelene geçene çatıyor, kendine eğlence arıyordu. Anlamsız resimlerle süslenmiş basık koridorda, hışımla yürüyor sert kaşları altından etrafa bakışlar atıyordu. Vücudu olanaksız bütünleşmeler içinde hareketli ve zihni burnundaki kan kokusu ile şahlanmış bir aksiyon isteğinde derin sükûnetlerin ayrı bir tadı ile adımlarının son bulmayacağı korkusu sarmış bir biçimde hızlanıyor, bu hızlanma bazen o kadar çok artıyordu ki hatta koşma derecesinde olduğu bile oluyordu. Fetvasız bakışlar altında gizlenmiş öfkesi ile dakik olmayan nefesini iyice geciktirerek parçalanmış öfkesini toparlamaya çalışıyordu.
Gözleri bir anda yüz metre ilerisindeki siluete takılmıştı. Tanıdık geliyordu. Uzun bacaklarının sürekli atmaktan usanmadığı serseri adımlar siluetin netleşmesindeki en büyük etkendi. Bu Wentworth’un kadim dostu Diana idi. Ona saygısını belirtmek için uzun boynunu yavaşça eğmişti. Aynı nezaketi o da narin vücudunda göstermişti. İkisinin de ağızlarında kasvetli bir gülümse vardı. İkisinin de eğlenmek istediği cevherlerinin aldığı şekilden apaçık ortadaydı. Wentworth tekrar başını takip etmesini belirtecek şekilde salladı. Diana arkasına takılmıştı. Birlikte adımlarını yeri dövercesine sert atıyorlardı. Sonunda amaçladıkları noktaya gelmişlerdi. Gereksizliğin ve gösterişin temsili olan bir kapı daha artık göz bebeklerine yansımasını salıyordu. Birkaç kişinin canını yakacak olmanın verdiği sefil duygu ile Wentworth yanında ki dostunu unutmuştu. Bunu umursamıyor sadece hedeflediği, kendince doğrularına koşar adımla ilerliyor, ilerlerken havadaki oksijeni bitirmek istercesine ciğerlerini aldığı nefes ile dolduruyordu. Kapıya yaklaştıklarında gözünün en dış çerçevesinden Diana’nın başını salladığını gördü. Vakti gelmişti artık. Wentworth, aptalların acı ile çığlıklarını kulaklarında hissetmenin ve onların yakarışlarına bir kez daha gülecek olmanın verdiği hazla birkaç saniyelikte olsa hayale dalmıştı. Fakat bu sükûnet Diana’nın adımlarının çıkardığı ses ile bozuldu...
Artık içerideydiler. Basık havanın iğrenç kokusu Wentworth’un başını ağrıtacağa benziyordu. Burnu bir avcı köpeği edasında koku harmanlarını ayırarak hissediyordu. Sevgi tomurcukları gözlerinin önünde belirmişti artık. “ İki tane aptal! Çok güzel! “ diyerek bıyık altından mırıldandı. Bakışlarını onlara doğru süzdürmüştü. Nasılda güzel görünüyorlardı Wentworth’un gözüne. Kasvetli bir kıkırdama ile olacakları süzüyordu. " Tanrı Aşkına seni s*rtük rahatsız edilmekten hoşlanacağa benzeyen bir hali* " demişti, Diana yılanın tıslamasına benzeyen bir ses tonuyla. Wentworth’un yüzündeki zalimlik duruşunun temsili gülüşü daha da görünür kıvama gelmişti. Adımlarını iki salağa doğru atmaya başlamıştı. “ Kanı bozuklar! “ diyordu her adımında daha kinlenen ve sertleşen bir sesle. Olaylar gelişmiş artık yeni bir başlangıç başlamıştı. Diana, kanı bozuk kızı Wentworth’un önüne akşam yemeği sefasınca sunmuştu. Sunarken de nezaketen " Oğlanı ben alıyorum Bullock. " demişti. Zaten Wentworth’un da istediği buydu. Sinsi bir gülümseme ile “ Hay hay! “ dedi. Kızın saçlarına asılarak yürümeye başladı. Sevgilisi olacak sünepenin yüzündeki korku ve acı Wentworth’un kanının daha hızlı akmasına sebep oluyor, bu da ayrı bir tat katıyordu. Wentworth kızı duvarın kenarına ittirdi ve adımlarını sünepe Hufflepuff öğrencisine doğru atmaya başladı. Yerde yatan çocuğa bakarak yere çömeldi. Yüzünde tatmin edici bir gülümsemeyle ona anlamsızca bakıyordu. Birden o çocuğu kızdıracak sözlere başlamıştı. Dondurucu bir duygu ve o derecedeki ses ile konuşmasına başladı “ Aptal sünepe. Şu havuç kafa sevgilin mi?… “ dedi ve başını yerde yatan kıza doğru çevirdi. Ardından tekrar oğlana doğru bakışlarını yöneltti. Dilini dışarıya çıkardı ve kurumuş dudaklarını nemlendirdi, ardından konuşmasına başladı “ Onu, karşında duvara dayalı bir şekilde inletmemi ister misin? Çıkardığı seslerin koridoru çınlatmasını ve nasıl birisi tatmin ediliyormuş görmek ister misin, seni aptal? Gözyaşlarının önünde o boş kafasını duvara vura vura ve tüm vücudunu kendime bastırarak, kendinden geçirmesini sağlamamı ister misin? “ dedi ve sinsi bir şekilde gülümsedi. Ardından ayağı kalktı ve kıza doğru adımlarını doğrulttu...